Pazar sendromunu had safhada yaşadığım bir pazar gününde, bir taraftan çok sevdiğim blogların biriktirdiğim bir haftalık postlarını okurken, bir taraftan da televizyonda kanal kanal dolaşıyordum. Dikkatimi bir anda bebeğini ana kucağında dünyayı gezdiren Özlem Tunca ile tanıştım. Bu tanışma, bilgisayarımı bir kenara bırakıp televizyona kilitlenmemi sağladı / kilitlenmeme neden oldu. Müthiş enerjisi ile şehri geziyor, gezerken anlatıyor, anlatırken kendisine seslenen bebeğiyle ilgileniyordu. Yayını kesmeyip bizim odağımızı kaybetmediği gibi, evladım sus artık, tavrı da göstermiyordu. Şahane bir anne, şahane bir kadın olduğunu an be an gösteriyordu. İlgilimi üst seviyede çeken bu kadının adını hemen arama motoruna yazdım. Yaptığım taramada kendimden utandım, daha önce nasıl fark etmemiştim!
Özlem Tunca, 8 yıldır televizyonda gezdiği ülkeleri anlatıyormuş. Kocasını gezerken bulmuş, hamileyken de gezmeyi bırakmamış. Hamileyken gezmeyi bırakmayan bir kadın tabi ki, bebeğini doğurunca da bırakmaz. Görünce, helal olsun, dedim. Çalışan anne olmak, özellikle emzirirken, zor. Yaşı 30'a dayanmış, evlilik hazırlığı yapan/evli olan, belli kariyeri olan her kadının kara kara düşündüğü bir gerçek anne olmak. Doğumun öncesi ve sonrasıyla işini bırakmak zorunda olması, zaten erkek egemen iş dünyasında, sürekli sürekli ertelemesine neden olur. Sonra neden tek çocuk. Bu yüzden işte: ikinciyi yapacak zaman yok!
Özlem Tunca'yı görünce aklıma geçtiğimiz günlerde duruşmaya kucağında bebeğiyle giden avukat geldi; Feyza Altun Meriç. Hadi Özlem Tunca şov dünyasına hizmet ediyor, yaklaşık 10 yıllık kariyerinden haberdar olmayan benim dikkatimi böylece çekti. Ama avukat hanım kamu hizmeti veriyor, suçtur, cezadır, hakimdir, mübaşirdir; ciddi işlerin/kişilerin (Utku burada çatık kaşla yapılan işten bahsediyor) içinde; nasıl karar verdi, nasıl kabul ettirdi kendini!
Ee, tabi ki kucağında bebeğiyle işe giden kadınlardan bahsetmişken Licia Ronzulli'dan bahsetmeden olmaz. Kendisi Avrupa parlamentosunda İtalyan milletvekili. Parlamento sözcüğü konuşmak sözcüğünden geldiğinden, en nihayetinde konuşup karar vermek olmasından mütevellit zaten çalışmasını engelleyen bir durum yok. Neden bunu olay yapıyoruz ki. Sanki mucizevi bir durum var. Değil mi ama!
Licia Ronzulli'den önce Hanne Dahl de Avrupa Parlamentosunda oylamaya minik bebeğiyle katılmıştı. Medya bu el kaldırmayı 'inanılmaz' olarak değerlendirmişti. İnanılmazdı gerçekten! El kaldıran anne nasıl olur da iki eliyle bebeğini tutmazdı, ya bebek düşerse'ydi.
Düşmedi işte bebek, ağlamadı da; düşünmesini de engellemedi milletvekilinin, oy vermesini de. Güzel bir başlangıç noktası oldu çalışan anneler için. Ya da en azından medyaya yansıyan bebekli anneler başlangıç noktası oldu.
Oldu oldu, çok da iyi oldu.
Sevgiler,
Utku
Comments