Geçenlerde bir arkadaşım odama "Sana bi' şey göstericem ehuerhe" diye geldi. Linkedin'de ortak bir tanıdığımız bir X-Y kuşağı karşılaştırma tablosu paylaşmış. Paylaşım amacı, X kuşağının ne kadar muhteşem bir kuşak olduğunu göstermek belli ki; yönetebiliyorlar, çalışıyorlar, seviyorlar, sayıyorlar, anlayışlılar, sadıklar, güzeller, ışık saçıyorlar, parlıyorlar, bambaşkalar... Elbette biz Y kuşağının iki neferi olarak uzun süre alay ettik. Masa başında alay ettik, yetmedi mesajlaştık, o da yetmedi sigara arasında, oo biter mi yemekte.. En son eve dönüş yolunda alay edip konuyu bir sonraki buluşmamıza kadar kapattık.
Aradan birkaç hafta geçti; ara ara aklımıza gelir, güleriz.
İş Hayatı ve Kaygılar
Tabloda yöneticilik, sadakat, uyum, teknoloji kullanımı gibi özellikler üzerinden X ve Y kuşakları karşılaştırılmış. Teknoloji kullanımı dışında tüm özellikler -ki toplumun olumlu bulduğu özellikler- X kuşağının lehine. X kuşağı Linkedin'deki o tablodan bolca paylaşıyor. Yönetici olmak için yeterli kıdemi olmayan Y kuşağının yöneticilik yeteneğinin -vasfının- olmadığını hangi veriye göre ölçümlediklerini merak ediyorum doğrusu. Kaldı ki, Y kuşağı, X kuşağına göre daha erken yaşta kendi işini kuruyor. Aynı merak, çalışmaya henüz başlamamış olan Z kuşağının çalışmaya uygun olmadığını ölçümlediklerinde de var. Korkuyorlar, anlıyorum. Para harcamaya ve çalışmaya başlamayan Z kuşağına "Nasıl satış yaparız?" seminerleri çoktan başladı bile. Görmezden gelemedikleri ama hiç anlam veremedikleri bir kuşağa sesleniyorlar. Seslenirken de hor görmeyi ihmal etmiyorlar, ki asıl sorun bu.
Biz baskılama biçimi olarak: Deneyim
Bazen "anne olunca anlarsın", bazen "sen gelirken ben dönüyordum", bazen de "canım biz onu daha önce düşünmüştük" ile önümüze çıkan deneyimciler, biz olmak nedir bilmiyorlar. Zaman ve mekan bağımsız düşünmeyi, şartlar değiştikçe yeniden denemenin, gerekirse hata yapmanın kıymetini anlamıyorlar. Düşünceli davrandıklarını sanıyorlar, ama tıpkı bilgi ve deneyim gibi acımasızlar. Kek yerken de karşımıza çıkan bu X kuşağı, toplantı odasında da var, sokaklarda da.
Yazılı Olmayan Kent Kuralları ve Benmerkezcilik
Kendinden sonraki kuşakları çok benmerkezci olmakla suçluyorlar. Çalışkanlık, sorumluluk sahipliği, yöneticilik, sadakat gibi özellikleri bir yere kadar anlayabilirim; ama benmerkezci, bencil olmayı anlayamıyorum. Söylenmeye trafikten örnekle devam edeyim: Kadıköy'de çalışıyor, yaşıyor, oturuyor, yiyor ve içiyor olmamdan mütevellit sokaklarını pek bilirim. Fahri fahri trafik müfettişi olarak kaldırımdaki araçları indiriyorum, inat ediyorum, başlarında bekliyorum. Bu esnada kaldırıma araç park eden bir X kuşağıysa aracı indirmemek için kendince güzel, ama oldukça çirkin, direniyor. "Tatlım, beş dakika sonra gideceğim." diyor. "Tatlım, Canım, Bilmemnecim" gibi baskılama kelimelerini mutlaka kullanıyor. Kural yok, kendi ve daha önemlisi çocuğu dışında kimse yok. Ya da metroda boş koltuğa oturmak için sıranın önüne geçebiliyor. Hata yaptığını anlamazdan gelebiliyor. "Tatlım, sen otur, aşk olsun." diyor mesela. Sanki tek derdimiz onun o boş koltuğa oturmasıymış, sıranın önüne geçmesiymiş gibi anlamazdan geliyor. Sadakat ile konfor alanının, teknolojiye uyum sağlama ile teknolojiyi kullanmanın arasındaki farka girip daha da söylenmeyeceğim. Ancak Y kuşağının müzik gruplarının, müzisyenlerin, tiyatroların, dergilerin, kafelerin vs başka bir şey istediğini, istemekle kalmayıp aradığını görmezden geliyorlar. Y kuşağı kahvehanenin duvarlarını siyaha boyuyor, burası tiyatro sahnesi diyor, perdeye ihtiyacım yok diyor. Hikayeciler yayıncıya gerek duymuyor, blog açıyor, kağıda yazıp durağa bırakıyor. Müzisyenler Youtube kanalı açıyor, sokakta gitarını eline alıyor, yüz binlerce takipçisine müzik yapıyor. Müzik grubuna Kaç Canım Kalmış, Yüz Yüzeyken Konuşuruz, Büyük Ev Ablukada gibi isimler koyuyor. Yasaklara karşı kafelerde tiyatro oyunu okuyor. Teknoloji ile ilişkisi burada, video çekip Twitter üzerinden yayınlıyor. Y kuşağı tiyatro sahibi ekibine, tiyatro yönetmeni seyircisine sahip çıkıyor, o varken ben varım diyor. Bunları yazarken aklıma, yıllar önce İzmir'de tanıştığım İtalyan kesim takımlı janti BB kuşağının bir neferi olan abi geldi. Ben henüz lisedeyken -ya da en fazla üniversiteye geçmişimdir- yeni neslin ne kadar kötü giyindiğinden bahsediyordu. Diyordu ki, "Çok şık bir eteğin altına spor ayakkabı giyiyorlar, olmaz." Niye olmayacağını anlamamakla beraber, peki demiştim, hatırlıyorum. Peki. Öyle olsun. Sensin. Bırakın tayyör altına sneakers giyelim. Katıldığım bir seminerde coğrafya itibariyle BB, X, Y, Z kuşağı diye adlandırmamızın hatalı olduğunu, Türkiye'nin bir darbeler ülkesi olması nedeniyle, 70liler, 80liler, 90lılar demenin daha doğru olduğu konuşulmuştu. Hak vermemek elde değil elbette. Bir taraftan da kuşakları nüfus cüzdanına bağlamıyorum. Kendimi bir başkasından ayırma gayretinde hiç değilim. Hele ki istatistiklikler direkt beni işaret etse de, kendimi muhteşem "Gezi gençliğini" üzerime tamamen alamıyorum. Yazıyı kapatıyorum. Tatlı Utku der ki: Başka türlü bir şey Y kuşağının istediği. Biraz sıkılmış Utku der ki: Gölge etmeyin, başka ihsan istemeyiz. Delirttiğiniz Utku der ki: SA NA NE! (ki, delirmekten vazgeçme) Utku
Comments