Ne sinemadan, ne diziden anlarım; ama dillerini ve eğlencelerini sevdiğim için ara ara Kutsal Motor'a bakıyorum, ilgimi çeken bir konu konuştuklarında izliyorum.
Bu hafta Netflix'te yayınlanan Yakamoz S-245 dizisinden bahsettikleri yayın, çok popüler olmuş ki benim de karşıma çıktı. Diziyi izlemedim, ilgimi çekmedi. Bu nedenle yayını da izlememin anlamı olmayacağı için tam kapatacaktım ki anlattıkları ilgimi çekti. Kısaca şöyle diyorlardı: Yakamoz S-245, Avrupa'da çekilen hızlı tüketilen bir dizi olan Into the Night'in paralel bir dizisi; ancak Netflix, yapımcısı nedeniyle yerli versiyonuna aynı özeni göstermemiş. Gerekçe ise Netflix'in Türkiye pazarını Orta Doğu'ya açılan bir alan olarak görmesi. Ve ekliyorlar Netflix'in aynı diziyi Türkiye'de bu haliyle çekmesinin, Avrupa'nın atıklarını Türkiye'ye göndermesinden hiçbir farkı yok.
Diziyi izlemedim ve tabii ki izlemeyeceğim, belki de çok haksızlık ediyorlardır; ama hayatımızın her anında giderek artan, bir şekilde mecbur kaldığımız bu vasatlık nedeniyle -buna isterseniz önyargı deyin- haklı olduklarını varsayıyorum.
Siz de 80'lerde doğduysanız çocukluğunuz "AB'ye tarih için tarih" haberleriyle geçmiştir. Politik duruşunuz nedeniyle AB'ye girmek istemeyebilirsiniz; ama şu konuda bana hak vereceğinizi düşünüyorum: yüzümüz Avrupa'ya dönüktü. Şimdi?
Türkiye, Çin'in 2018'de sadece nitelikli plastik atık alacağını açıklamasının ardından Avrupa'dan en çok plastik atık alan ülke oldu. 17 yılda, Avrupa'dan aldığımız çöp miktarı 196 kat arttı. Plastik atık diyoruz; ama öncelikle şurada anlaşalım, geri dönüştürülebilir, nitelikli ham madde değil çöp. (Üzgünüm ama yıl olmuş 2022, plastik güzellemesi de yapamayacağım zaten) Atıkları incelediğimizde görüyoruz ki, karışık plastik atıklar, hatta kompozitler, hatta tıbbi atıklar, hatta tehlikeli atıklar mevcut. Yani atık değil; çöp. Geri dönüşüm alanlarında / fabrikalarında üst üste çıkan yangınlar tesadüf değil. Yangınlar nedeniyle çıkan gaz çevre şehirleri zehirliyor.
İngiltereli rahat rahat çikolatasını yiyor, çünkü çöpüyle uğraşmıyor.
Avrupalı ekoloji aktivistleriyle sohbet ettiğimizde muhakkak bir ön bilgi vermemiz gerekiyor. "JES'e karşı değiliz tabii ki; ama bu santraller verimli tarım arazisine yapılıyor, denetlenmiyor, reenjeksiyon yapılmıyor. " "RES'e karşı değiliz tabii ki; ama santraller özensiz yapılıyor, popülasyona zarar veriyor, örneğin RES'ler nedeniyle yarasalar ölüyor, Akdeniz sineği artıyor, zeytinler zarar görüyor." ve dahası.
Düşünsenize, yenilenebilir enerji kaynaklarına karşıyız gibi görünüyor. Yenilenebilir enerji Avrupa'ya taşınıyor, elektrikli araçlarını bu sayede kullanabiliyorlar.
Yakın zamanda Avrupa'nın benzinli araçları ikinci el olarak ülkemize gelir, bu sayede araç almak isteyenler nispeten uygun fiyatlı araçlar alabilirler. Avrupa'nın elektrikli araç kullanmak için sattığı ikinci el araçları.
Bir süredir hayvan barınaklarıyla ilgili bir çalışmanın içindeyim. Tekstil sektörü mü daha karanlık bir kuyu, hayvan barınakları mı, diye düşünmeye başladım. Çok çalışarak ahlaklı bir barınak çalışması yapan bir ekip diyor ki "Bizim barınağımızın yanında hayvan çoğalttıkları bir alan, arkasında da mezbaha var."
Hayvanları Avrupalılara satmak için çoğalttıklarını söylememe gerek var mı?
Peki, göçmenler konusundaki bakış açısı?
Cümlelerdeki isimleri değiştirince, anlam düşmesi olmuyor.
İsyanım Avrupa'ya ve Avrupalıya değil; bizi vasata mecbur bırakanlara, bizi vasata alıştıranlara.
Evrim Kuran, 3+3 isimle podcast yayınlarından Ayşen Şahin'le yaptıkları sohbette 4 yıldır yapılan Cemil Meriç Sosyal Bilimler Lisesinde Roman Kahramanları Festivaline yapılan şikayet dilekçesinde gösterilen "Milli Eğitimin amacı ortalama TC vatandaşı yetiştirmektir." gerekçesine gösterdikleri tepki, işte o tepki, benim isyanım.
Türkiye çöplük olmasın.
Utku
Comments